27 Temmuz 2010 Salı

Sevgi...

Ben senin en çok gülüşünü sevdim  
Sevindiren, içimde umut çiçekleri açtıran
Unutturur bana birden acı...ları, güçlükleri
Dünyam aydınlanır sen güldüğün zamanBen senin en çok davranışlarını sevdim
Güçsüze merhametini, zalime direnişini
Haksızlıklar, zorbalıklar karsısında
Vahşi ve mağrur bir dişi kaplan kesilişiniBen senin en çok sevgi dolu yüreğini sevdim
Tüm çocuklara kanat geren anneliğini
Nice sevgilerin bir pula satıldığı bir dünyada
Sensin, her şeyin üstünde tutan sevgini
Ben senin en çok bana yansımanı sevdim
Bende yeniden var olmanı, benimle bütünleşmeniMertliğini, yalansızlığını, dupduruluğunu sevdimBen seni sevdim, ben seni sevdim, ben seni sevdim..
Ümit Yaşar OĞUZCAN

19 Temmuz 2010 Pazartesi

avucundaki kelebek...

Adam avucunda bir kelebekle ama avucu sımsıkı kapalı bilgeye uzatmış yumruğunu; "Avucumda bir kelebek var, sence canlı mı?" diye sormuş. Bilge canlı derse sıkıp öldürecek, cansız derse avucunu açıp kelebeği uçuracak.
Bilge; "Herşey senin elinde evlat" demiş.


İnsan yaşamını anlamlandıramadığında işte böyle öfkeleniyor senin gibi...
Hayat akıyor sen ise durmadan kuruyor, kurguluyorsun.
İçinde hiç umut yokken neden hala "muş" gibi yapıyorsun.
Işığının nereden geldiğini hissetmeye çalışıyorum, bir günebakan gibi o yöne dönüyorum.
Gördüğüm yalnızca durmadan şu etrafıma ördüğün duvarlardaki gölgen...
Ben daha ne yaşadığımı bilmemişken, dermanı senden diliyorken hem de...

çamlıca...

tam orada, Çamlıca yokuşunda
birkaç bulut çekelim gökyüzünden
damarlarımızdan geçirelim ve birden
bırakalım suların üzerine
sen bir defa konuş, sen bir defa gül
kumlu ebrular yapalım seninle
serpmeli ebrular, bülbülyuvası
hercaimenekşe, gonca ve sümbül

yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında
yürüyelim seninle İstanbul'da
boğaziçi mağrur türkülerini
gözlerine baka baka söyleyin
martılar üşüyünce
denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi...


17 Temmuz 2010 Cumartesi

Durup Dururken..

Durup dururken içimde bir şeyler kopup tıkıyor boğazımı,      
Durup dururken sıçrayıp kalkıyorum yarıda bırakıp yazımı,
Durup dururken rüya görüyorum bir otelde, holde, ayakta,
Durup dururken çarpıyor alnıma kaldırımdaki ağaç,
Durup dururken bir kurt uluyor aya karşı bahtsız, öfkeli, aç,
Durup dururken yıldızlar inip sallanıyor bir bahçede, salıncakta,
Durup dururken mezardaki halim geçiyor aklımdan,
Durup dururken kafamda bir güneşli duman,
Durup dururken hiç bitmeyecekmiş gibi bağlanıyorum başladığım güne,
Ve her seferinde sen çıkıyorsun suyun yüzüne...

NAZIM HİKMET

13 Temmuz 2010 Salı

bir kere sevmek..

Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada İstanbul.

/ Ümit Yaşar OĞUZCAN /


12 Temmuz 2010 Pazartesi

fırtına....

Ne geçmiş tükendi 
Ne yarınlar 
Hayat yeniler bizleri 
Geçse de yolumuz bozkırlardan 
Denizlere çıkar sokaklar. 

murathan mungan


9 Temmuz 2010 Cuma

Ne Çıkar Ateşböceği Sansalar Bİzi


"düşünüyorum da,                                                                    
sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. 
Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, 
Cesaretsizliğimizin anlaşılması, 
Korkularımızın paylaşılması 
Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. 
Kabuklarımızın altında 
Kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. 
Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. 
Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. 
İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. 
Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. 
Sahi koruyor mu bu çatlamamış sert kabuk? 
Kimse incitemiyor mu, duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? 
Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.? 
Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor gerçek kimliğimizi, 
Duyularımızı bastırıyor, elele tutuşmamızı engelliyor mu? 
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. 
Ne çıkar ateş böceği sansalar beni.? 
Belki en hoyrat yürek bile, ateş böceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğunu el kaldırmaya kıyamaz? 
Güçlü kapıların arkasına kilitlesem kendimi, korkaklığımı, sevgi isteğimi 
En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup, bir kuş gibi uçacağım özgürce. 
Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. 
O da çözülecek belki samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. 
Oysa bir görebilsek bunu, kalmadı böyle insanlar demesek. 
Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. 
Kırılmaktan korkmasak 
İncinsek yaralansak. 
Ne olur bir darbe daha alsak. 
Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu 
Denesek 
Risk alsak 
Yanılsak 
Farketmez 
Tekrar tekrar bıkmadan denesek ve kucaklaşsak yeniden, tıpkı eskisi gibi. 
Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. 
O zaman farkedeceğiz. 
Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. 
Neler biriktirdiğimizi, 
Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi 
Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. 
Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. 
Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. 
Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. 
Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. 
Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. 
Sevgiye çok ihtiyacımız var. 
Ufukta kar bir kış görünüyor. 
Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. 
Kırın o sert ağır kabuklarınızı. 
Kurtulun bu yükten. 
Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. 
Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. 
Hem hepimiz bir yıldızız. 
Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi." 

R. Tagore



8 Temmuz 2010 Perşembe

SENİ SAKLAYACAĞIM

Seni saklayacağım inan

Yazdıklarımda, çizdiklerimde
Şarkılarımda, sözlerimde.
Sen kalacaksın kimse bilmeyecek
Ve kimseler görmeyecek seni,
Yaşayacaksın gözlerimde.
Sen göreceksin duyacaksın
Parıldayan bir sevi sıcaklığı,
Uyuyacak, uyanacaksın.
Bakacaksın, benzemiyor
Gelen günler geçenlere,
Dalacaksın.
Bir seviyi anlamak
Bir yaşam harcamaktır,
Harcayacaksın.
Seni yaşayacağım, anlatılmaz,
Yaşayacağım gözlerimde;
Gözlerimde saklayacağım.
Bir gün, tam anlatmaya...
Bakacaksın,
Gözlerimi kapayacağım...
Anlayacaksın.



Özdemir Asaf..



7 Temmuz 2010 Çarşamba

istersen hiç başlamasın..



İstersen hiç başlamasın          

Bu hikaye eksik kalsın
Onca yaraların ardından
Yeni bir aşk yaratamazsın
Örselenmiş bir çocukluk
İşte benim bütün hikayem
Kaç sevda geçse de yüreğimden
Bu yıkıntıları onaramazsın
İstersen hiç başlamasın
Geç kalmışız birbirimize
Yanlış kapılarla geçmiş bunca yıl
Dönemeyiz artık ilk gençliğimize
İstersen hiç başlamasın
Söz verelim kendimize.


Murathan MUNGAN



kader..

Kader hayatmızın önceden çizilmiş olması demek değildir.Bu sebepten "ne yapalım kaderimiz böyle" deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir.Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir.Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir.Öyleyse ne hayatına hakimsin, ne de hayat karşısında çaresizsin...



Şems-i Tebrizi

Sevdalar Böyle Başlar..

Önce dunyama sesin girdi ozlemli, kısık  
Bir mutluluk mustusu gibi ta uzaklardan
Cok sonrasi optugum o gul dudaklarindan
Once sesindi cagiran beni gur ve aydinlik
Once kucuk ellerin kondu avuclarima
Yolunu sasirmis bir kus gibi, urkek
Alistim herseyine, her yerine giderek
Saplandin ignelerce parmak uclarima
Once bir aksamdi gelen seninle dopdolu
Inanilmaz, doyulmaz, anlatilmaz, kanilmaz
Bir aksamdi sevgiden, apaydinlik, bembeyaz
Bir aksamdi, alev alev istekli, duygulu
Hersey gercekti, oylesine guzel, yalansiz
Agladim sensiz gecen ve gececek gunlere
Sende olumsuzlugun cagrisini duydum once
Sonra tutusup, yandim ben, sevdalandim apansiz...

 

UMIT YASAR

kin Tutmaz kalemim Bilirsin..



Sen bir kitap kapağı gibi kapamışken adımı, ben her sözcükte seni okuyorum harf harf…

Tümcelerimin boyun büküşlerine aldırma yar!
Gözü yaşlı satırlarımın k(c)an döküşlerinde büyütüyorum keşkelerimi…
Harflerimin ayağı kayıyor uçurumlarından.
Oysa sen bir liman sakinliğiydin yüreğime…
bir gün batım...ı huzuru…
uçsuz bucaksız bir özgürlüktün mavilerime…
ateşe verdin kıyılarımı apansız, sinsice…
züleyha’nın kaderine razıydım Yusufsun diye…
peşinden koşmaya, kınanmaya, dile düşmeye…
nerden bilirdim dil(in)den düşeceğimi?
Bir sözünle ateşe verdin uğruna ödenen bedelleri…
Gitme demem, git şimdi!
Bir metalin içine bindirip vedalarını, son bir kez kokunu çekmeden tiryakiliğim, son bir kez düşmeden kollarının girdabına, bir buseyi çok görüp alnıma, en kara yazgıları sür de git!..
Son fethedilen miyim meçhul ama, sen son Fatih’im…
Bilsen, kaç varlığa hiçlikti fetihlerin…
Ama dur, gitme!...
Şu topraklarımda dalgalanan sancağını indir, öyle git!
Yüreğimden sevdanı, dilimden adını sök de git!
Ciğerlerimden kokunu, gönlümden gözlerinin okunu çek de git!
Sözlerimi esaretten kurtar, dilimi çöz de git!
Kaç kez uğurladım seni bu kentten? Kaç kez boynu bükük bıraktın ardından el sallayışlarımı garlarda?
Dönüşünün umuduyla gidişine dayanamazken, bu müebbet vedaya nasıl dayanırım söyle?
Ah yar…
en yakınımken uzağımdın. Şimdi benden öte bensin ki, ben bana t-uzağım…
Kin tutmaz kalemim, bilirsin.
Sen kapatsanda c-ismimin üstüne son sayfanı, bu masalın devamını bir ömür bekler yüreğim…
Sana git diyebilmek için kaç alfabe satın aldım z-amansız pazarlıklarla bilsen.
Tüm kırgınlıklarımı çıkarıp kumbaramdan saydım, bir “git” etmedi.
Yanında “me”si olmayan bir git yakıştırılmadı sevdama…
Ama çok istiyorsan, işte orda; alfabemin kıyısında bir “git”…
Eksİk ,mahzun, çaresiz…
İster al git, istersen k-al git-me Yar!...
Yar demişim sana… yokluğun dipsiz bir yar! İşte, diz çöküyor sevdana yüreğim, gitme!...
Gitme, sensiz ıssız bu diyar…
Yoklukluğun ortasında yok olan bir varlığa tutundum. O hüzün ki sevdanın nefesi, en çok yakışan bize...


Kahraman TAZEOĞLU

Gözlerim Gözlerinde...

Hep böyle çocuksu mu bakar senin gözlerin?          

Hep böyle içinde uzak bir ışık mı yanar?
Bakışlarında beni dinlendiren bir şey var;
Kıyısındaymış gibi en sakin denizlerin...
Bir yelkenliyim şimdi ben senin limanında
Fırtınalardan geldim sende dinleniyorum.
Bu huzur, bu sessizlik hiç bitmesin diyorum;
En ...eşsiz dakikalar sürsün senin yanında...
Hiç yumma gözlerini, ışığın eksilmesin,
Gündüzüm aydınlığım, ipek böceğim benim!
Güz bahçemde açılmış o son çiçeğim benim!
Yorgun kalbim seninle elem nedir bilmesin;
Ayırma gözlerimden çocuksu gözlerini,
O sakin o yalansız, o kuytu gözlerini
Ümit Yaşar Oğuzcan..

Ne Zaman Eskiyor Sevgiler...







Yağmur yağıyor.
Mutfak camındayım. Nasıl üşüdüğümü
bilemezsin.
Nedenini bilmediğim bir ağlamak var içimde.
Bir yerlere sığdıramıyorum yüreğimi.

Özlemek çok fena anne.
Anlamak seni; daha da fena…

Omuzlarım ağrıyarak uyanıyorum sabahları.
Benim kızımın omuzlarımı ovmasına daha çok var.
Gittikçe sana mı benziyorum ben,
ya da
“Annenin kaderi kıza” dedikleri doğru mu?
“Şimdi duysan bunları ne üzülürsün;
mutsuz mu kızım ?
diye,
.
Mutsuz değilim de anne,
yağmura ve yüregimdeki kedere çare bulamıyorum.

Ah nasıl eskiyor her şey anne,
nasıl eskiyor.
Eskilerimi de atmaya kıyamıyorum.
Seni çok özlüyorum.
Bana yasakladığın bahçeler, sana da mı uzaktı hep?
Gidemeyişine ağladın mı sende?
Ne zaman eskiyor sevgiler?
Ödenen bedellerin acısı geçince mi?
İşte böyle,
kalbimde bir acı. Şarkılar seni söyler.

zaman..

Cevap veriyorum
 "Zamanla herşey geçer" diyen akıllılara;
 "Geçen tek şey zamandır"
 anlayan, anlatsın 
anlamayanlara.
CEMAL SÜREYA

6 Temmuz 2010 Salı

Ayrılık sevdaya dahil...

Açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
En görkemli saatinde yıldız alacasının
Gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
Uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
Rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
Mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
Onu çok arıyorum onu çok arıyorum
Heryerimde vücudumun ağır yanık sızılar
Bir yerlere yıldırım düşüyorum
Ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
Ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
Gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
Tedirgin gülümser
Çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
Hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
Her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
Telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
Gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
Yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
Yansımalar tutmuş bütün sahili
Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
Öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
Çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
Çünkü ayrılanlar hala sevgili
Yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
Hava ağır toprak ağır yaprak ağır
Su tozları yağıyor üstümüze
Özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
Eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
Karanlık çöktü denize
Yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
Ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
Kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
Bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
Sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
Yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
Bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
Benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
Sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
İkimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
Hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
Tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
Hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek AŞKIMIZ


Atilla İlhan...










hayat geç kalmayı affetmiyor...




emre aydın son defa ıssız adam | izlesene.com







Nasılsın nasıl gitti?


Alıştın mı sen de?

Rahat mısın artık İstanbul’da?

Evlenmişsin, nasıl oldu?

Bulabildin mi sonunda?

Hep anlattığın o meşhur huzuru

İyiyim ben

Hep aynı şeyler işte

Uyku hapları

Yalan dolan gülümsemeler

İyiyim ben

Hem sen tanırsın beni

Ne yapsam ne söylesem

O geç kalmışlık hissi

Son defa görsem seni

Kaybolsam yüzünde

Son defa yenilsem sana

Hiç anlamasan da

Son defa benim olsan

Uyansam yanında.

İnan pek yeni bir şey yok.

Biraz yaşlandım tabi

Seyrekleşti biraz saçlarım

Bir bitmeyen gece bıraktın

Ve üç nokta düşürdün

Belli etmedim ben pek, tenhalaştım....