29 Mayıs 2010 Cumartesi

senli anılar...

Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilindeyim
Elmanın kokusundayım
Anısındayım -kimbilir kimin-

...Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
...Düşlerde görünen anlamlardır
Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

Ve
İnsansız anı yoktur. Var mıdır?

\\ Edip CANSEVER


Bıraktın..


Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın  

Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın..

Bestekâr : Münir Nurettin Selçuk
Güftekâr : Ümit Yaşar Oğuzcan 

28 Mayıs 2010 Cuma

sol yanım...

''Bir tek seni Sevdim Gerisi Yalan''dı; talan vurdu ayrılık kırbaşladı...Geri dönüşü asla olamayan bir uçuruma ittin beni..Ne gözlerimin nemi ne kalemimin mürekkebi olabilirsin artık..Sen istedin ben gittim bittim..Baştan belliydi filmin sonu biz oynadık sadece.Bu sonu bile bile 2 dev başrol ezikliğinde...böyle olmamalıydı aşk dedikleri ama çok yaralandım/n toparlayamadım/n kanatlarım kırıktı uçamadım uçurtamadın...bundan sonra hep tek hep yek başımayım zaten..2.liğe yer yok!!Ne esen içimdeki hapsettiğim deli sevdaya açıcam zincir vurulmuş kilitlerimi nede buğulanmış gözlerimindeki sis bulutlarını yağdırıcam sağnak sağnak...bu saatten sonra ne yakışı ne yarışı kalır bu sol yanın..sevgim mi çoktu sevgin mi yoktu anlayamadım yada o kalabalıkta çözemedik fazlamıydık ki birbirimize...Artık sana yazılmayacak hiçbir mısra hiçbir şiir kelimelerim yoksun kalacak öyle masum öyle ödlek...buda son vuruşum zaten cümlelerimi içimde ki öfkeme.....Gecenin bilmem kaçı duygularımın fenalığındayım akıyorum yine sana doğal bir saflıkla...Loş fakat hoyrat ayaz gecenin buz kesmişliğinde  sokuluyorsun sinsice benliğime tir tir titriyorum kırılgan ürkek bir serçe yüreğimde gözlerimde..Bir boyun atkısı gibi yarım yamalak kalan koyu mavi ben..sonradan hırçınlıkla kızgınlıkla tek tek sökülen bir ben...Aşk sende kalsın ben yokum tokum...
... ama unutma: saklıycam seni sol yanım  içime batan bir güneşe hiç doğmamak üzere...

sevmek..

''Sevmek yarı ölmektir!''
Böyle demiştin giderken,
Her gün ölüyor insan;
Hatırlayınca..!

25 Mayıs 2010 Salı

artık...

Yine sonlarındayım umudun, yine paramparçayım biçare
Bu son bırakıyorum artık, çok yaşlandım
Vuslatım kıyamet, bitiriyorum seni burada, kavuşmak yokmuş yâre 
Sensiz esen bir bahar rüzgârına yakalandım 


Sevmek sanki bir masalmış, ben çekiliyorum, pamuk prensesim idamlık 
Çünkü bu masalda sensiz, nasıl uyurum yokluğunu dinlemeden?
Tek isteğim gözlerin ki çok değil istediğim yalnız bir anlık 
Ölümden korkardım ben, yârin yolunda bir mevsim olmayı bilmeden 

Yokluğunu bastırmak için çok sitem ettim yüreğime
Sen ellerimde başlayan ufacık bir yaraydın 
Büyüydün çok büyüdün ve dağıldın tüm varlığıma 
Seninle dolup taştım, kurtulmalıydım bu zehirden ama artık her şeyde sen vardın…

Bir gece vakti gibiydin sen benim hayatımda
Ne o kadar sakin, ne o kadar sisli ne de gölgesiz kalabildim o zifirde
Sen gece gibiydin; her rengin mubah ve karşı koyulmazdı, imkânsız 
Sen gece gibiydin; şafağın söktüğü yere bir duvar ördüm, çok zamansız 

Seni sevdim desem yalan olur, seni sevebilecek biri miydim ?
Ben hiç mükemmel olamadım, hep yarımdım. Gerçek seni bilir miydim? 
Hele ki seni nasıl yaşardım bunca zulmün içinde
Tüm gösterişin bittiği yerde, hani olurda sen bana “ gel “ desen gelebilir miydim?

Sakın sanma ki sen benim içimde yalansın
Sen benim hapsolduğum zindanlarda, bana ait olmayan bir parçamsın 
Bu ısrarım benim olman için değil, benden biri olman içim 
Benim varlığımdan habersiz ama benim için yaşaman için 

Seni kendime anlattığım zamanlar olur bazen 
Delirdiğimi düşünür, sanki benimmişsin gibi yaparım 
Aslında seni sevmişim ya deliyim zaten 
Seni parmak uçlarımda bulduğum zamanlar olur, sicim gibi kendi gözlerimden akarım 

Gerçek olan seni düşündükçe, yine seni çekerim içime 
Dökülürüm ama ağlamak için yağmuru beklerim
Çok ağrırım, dayanılmaz olursun ve yine yokluğun düşer ellerime 
Bende sana ait bir hayalin var bir de yokluğun, yok ki diyeceğim bir tek kelime 

Acırım, o kadar ki hiçbir şey sen kadar yakmaz canımı 
Ama dedim ya ağlamak için yağmuru beklerim 
Çünkü, eğer beni düşünürsen “ çok güçlü biriymiş “ demeni isterim 
Bilmiyorum acıyan ne, hissetmiyorum… Bilmiyorum ki sevdiğim yanını 

Boğulmak İstemiyorum artık denizlerinde ....bırakta ciğerimin bir köşesi bari boş kalsın 
alıntıdır...


mektuplar...

Belkide geç oldu sana yazmak için,düşünmek istedim çünkü “sendin” yazdığım..

Belkide zoru başarmak benim içimdeki. Yeniden yazmak ve yaşamak hayatı..Kanunlarını alt üst edip sarılmak dört elle bu yenik hayata, belkide içinde durmak tam merkezinde her şeyin…

Bilirsin aslında zordur bazı şeyleri anlatması, tarif etmesi.Benimkisi de yeni bir başlangıç şimdilerde, nedenler, niçinler süslüyor yüreğimin en ücra köşesini…

Bugün yeniden gittim o sahil cafesine, uzun uzun oturup martıların okyanus üzerindeki dansını izledim.Aslında nasılda güzeldi onların uçuşları.Sanki bir kelebeğin kanadının hafifliği gibi süzülüşleri, zamana ve onun yok ediciliğine aldırmadan devam eden mücadeleleri beni düşündürdü. Aceba insandamı böyle olmalıydı hayat yolculuğunda…?

Nedendir hayatın bize oynadığı oyunlar, bu uzak şehirlerdeki sessizliklere verilen anlamlarda arıyorum hayatın manasını…


Soğuktur bu şehrin sokakları, duvarları yalnızlık kokar, gölgelerinde ağaçların sanki kendini bulursun zaman zaman. Hafif bir yosun kokusu, tuzlu okyanusun kokusu sarar şehrin tüm atmosferini..Aslında yalnızdır şehir hemde öyle bir yalnızlık ki; kalabalıklardır yalnızlığının arkadaşı,şehirdeki seslerdir aslında içindeki büyüyen çığlıkları.Bakma sen, soğuk gibi durur ama acısındandır durusu.O kadar hüznü yaşamanın verdiği en büyük hediyedir ona bu yalnızlık. Ayrılıkların mekanı olmuştur deniz kızının yanı başı,vuslatların kavuşma anı, beklenenin geldiği menzildir tren istasyonları,gemiler beklenen yari taşıyan vazgeçilmez sevgilidir bu şehirde…

Benzemez İstanbul'un caddelerine caddeleri, sokaklarına sokakları. Eşkıya misali kol gezer burada yalnızlık ,en çokta o sever benim yanımda gezmeyi sokakları.Her adımda bir kere daha dönüp bakarız birbirimize yeniden tanışmış gibi, sanki yıllardır tanışıyormuş gibi.Köşe başlarını tutmuştur ben gelmeden önce. Siyah en sevdiği renktir bu şehrin, en çokta ona yakışıyor biliyormusn siyah.Hüznünün rengini giyer belli belirsiz zamanlarda,en çokta ona yakışıyor hüzün biliyor musun bu yalnızlıklar arasında….

‘’Ah kavgamın şehri ‘’ diyor ya; bende diyorum işte ah yalnızlığımın şehri….Ne zaman bitecek bizim bu arkadaşlığımız?

Aslında hepimiz yalnız değilmiyiz şu dünyada? Peki nedir bizi bu yalnızlıklar ve bilinmezlikler içinde boğan,, durmadan beynimizi kemiren sorular…

Bu düşüncelerin içindeyken tanıdım seni.Yani kendimi aradığım bir dönemde seni buldum.Sanki bendeki yalnızlıkla beraber yarenlik edecekmişsin gibi. Sende cevaplarımın gizli olduğu hissini verdi bana bu şehir , belkide sende saklıydı tüm sorular ve cevaplar, yada cevpalanamayacak sorular…Yinede ‘’merhaba’ ‘demek en güzeliydi.Şimdi cevapların içince sorular ,soruların içinde yeni cevaplar bekliyor beni…Yüregime yine yağmurlar iniyor..

Şehirde yalnız ve zamansız yakalandım bu yağmura,şemsiyemide almadan çıkmışım sokaklara.Oysa bilmeliydim yağmurların burayı sevdiğini,çatlarcasına daralınca göğün göğsü döker yaşlarını sokak taşlarının bağrına.Sanki gel anla beni dercesine boşaltır içindekileri, yıkanır sokaklar göğün göğsündeki bulutun sularıyla,yıkar şehrin her köşesini bu yağmurlar..

İsteyip de yazamamak, düşünüpte söyleyememek böyle olsa gerek, dilin lal oluşuna kalemin sessiz sükut çığlıkları ekleniyor.Neden demek faydasız şimdilerde,sesler gelemiyor enginlerden,,derinlerde kaldı tüm kelimler, artık yol alamıyor bu denizin engin maviliklerinde…Rotasını şaşırdı hayat son deminde...

Sorma daha fazla, bu şehirde hayat bu işte…

Yağmurlar karşıladı beni bu şehirde…

Şemsiyemi almamışım öğretmenim,
Bana bunları öğretirmisin?

Sevgin,güzelliklerin ve yüreğin hep yanında olsun...yüreğim yüreğinde olsun..

özlüyoruz...

Dünyayı keşfetmek için yola çıktık
Ama unuttuk bir sokağın ucundaki soluk perdeli evlerimizi,
Güllerimizi, öpüşlerimizi…
Ve d'erken kurtaramadık da birbirimizi.
Şimdi sevmediklerimizi sevmeyi deniyoruz.
artık y'aşamadık-larımızı özlüyoruz.


24 Mayıs 2010 Pazartesi

zaman..

Dokuzuncu Kural:
Sabretmek öylece durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir.
Sabır nedir?
Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir.
Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder.
Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.


keşke...

Yüreğimdeki sancılar bıraktığın yerde.
İçimde hayata "Merhaba" demenin gecikmişliği var.
Hani ben biraz erken gelseydim dünyaya ya da sen geç gelseydin diyorum.
Yıllar önce karşılaşsaydık keşke.
O zaman bu gecikmişlik başımı bu kadar ağrıtmazdı ve böylesi tükenmezdim.
Oysa ben, bir ömrü seninle geçirmek isterdim ve sana adanmışlığım hiç yıpratmazdı beni biliyor musun ?..
Şu gecikmişlik, çaresiz bir dert işte Oysa, imkansız aşklar için yaratılan biri değildim..
Doğrularım cebimdeydi her zaman. Her şey insanlar içinmiş!
Şimdi gündüzlerim de karardı, günün yirmi dört saatini, gecede yaşıyorum.
Biliyorum ki, hala ortak paylaşımlarımız var, mesela aynı gökyüzünü aynı yıldızları paylaşıyoruz.
Benim pencereme konan güvercin, kim bilir belki senin pencerenden yol aldı bana.
Kim bilir belki sende, keşke hayata daha geç gelseydim diyorsun..

Gecikmişlik canımı çok acıtıyor sevdam,
Bazen rüyalarımda buluşuyorum seninle, dilim tutuluyor anlatamıyorum yine derdimi.
"Sensizlik çok zor!" diyemiyorum.
Olmadık zamanlarda göz yaşlarım isyan edip aktığında,
"gözüme bir şey kaçtı" numaralarıma da kimse inanmıyor artık..

Böyle bir ayrılığı ne sen isterdin ne de ben.
Biz de bilirdik beraber yaşlanmanın alâsını,
çizginin altına ve üstüne yüreklerimizi sığdırıp terk etmezdik elbette sevdamızı.
Duygularımız, birinci kareden bininci kareye zıpladığında da,
"Neler oluyor? Dur!" talimatı vermezdik kalplerimize..


21 Mayıs 2010 Cuma

40.odalarımız

Ne kadarınız gerçek sizin,
kırk odalı şatonuzun kırkıncı odasındaki
kilitler altında sakladığınız gerçek
duygularınızla,
gerçek düşüncelerinizin ne kadarı yansıyor
hayatınıza,
söylenmeyen neler var kuytularda,
hani kendinizden bile sakladığınız,
bir sinir kriziyle ya da büyük bir acıyla
yahut da muhteşem bir sevinçle kabuğunu çatlatıp da
ortalara dökülecek neler biriktiriyorsunuz
içinizde...
Ne kadarınız kendi sahtekarlığınızın esiri?
Sevip de söyleyemediğiniz,
özleyip de açıklayamadığınız
ya da sevmeyip de sevginizin eksikliğini içinize
gömdüğünüz oluyor mu,
korkaklıklar var mı,
kalleşlikler var mı,
yoksa diplerde saklanan cesaretiniz bir işaret mi
bekliyor...

Göründüğünüz insan mısınız siz,
yoksa bir define arayıcısı hazineler mi bulur
içinizde
ya da yıkılmış bir kentin harabelerini mi
taşıyorsunuz?
Derununuzda neler saklıyorsunuz?
Ne kadarınız gerçek sizin?

Ülkenizle ilgili düşüncelerinizi söylüyor musunuz,
yoksa başınızı belaya sokmayacak kadar akıllı mısınız,
gerçek düşüncelerinizi başbaşa konuşmalara mı
saklıyorsunuz,
açıkça konuşanları biraz aptal buluyor musunuz?

Günahlardan yapılmış hayaller var mı içinizde,
günahtan korktuğunuzdan bunları saklayıp
Tanrıyı mı kırmaya uğraşıyorsunuz?
Günahları sevmiyor musunuz, seviyor musunuz
yoksa...

Uzun bir yolculuğa çıkar gibi
duygularınızla düşüncelerinizi denklere
sarıp da içlerinizde bir yerlere mi
yerleştirdiniz,
bir gün yolculuk bitince açmayı mı düşünüyorsunuz
aslında yolculuğun hiç bitmeyeceğini ve
denklerinizi
hiç açmayacağınızı bilerek...
Bir gün çıldırsanız da
bütün duygularınızla düşüncelerinizi açıkça
söyleseniz,
neler duyacağız sizlerden,
gizli palyaçolar mı çıkacak ortaya,
yoksa korkaklığın altında,
bir istiridyenin içinde büyüyen inciler gibi
büyümüş yiğitlikler mi?

Kızgınlıklarınız yok mu sizin,
öfkeleriniz, isyanlarınız?
Aşklarınız yok mu?
Kendi sahtekarlığınıza ne kadar esirsiniz?
Esaretten kurtulsanız da gerçekler dökülse ortaya,
kendinize şaşar mısınız,
hiç düşündüğünüz oluyor mu kırkıncı odada neler
var diye, hangi unutulmaya çalışılmış sevgililer,
dile getirilmeyen özlemler,
söylenmeye söylenmeye birikmiş öfkeler,
hangi boşvermişlikler,
hangi inkar edilmiş arzular yatıyor diplerde?

Ne kadarınız gerçek sizin?

Kimselerden korkmadığınız kadar korkuyor musunuz
kendinizden?
Şehrin ışıklarının bulutlara yansıdığı
turuncu pırıltılı külrengi bir gecede,
şimşeklerle boşanan yağmur başladığında
şatonuzun odalarında bir gezintiye çıkıyor musunuz,
ağır ağır yaklaşıp o kırkıncı odaya
açıyor musunuz
kapıyı usulca, gördükleriniz ağlatıyor mu sizi,
bu kadar gerçeği o odada saklayıp,
hayatı yalan yaşadığınızı farketmek nasıl bir
sarsıntı yaratıyor?
yoksa, ne gökyüzüne vuran ışıklar, ne yağmur, ne de
ıssız gece,
sizin kırkıncı odaya yaklaşmanızı sağlayamıyor mu,
korkuyor musunuz kendi gerçeklerinizden,
kırkıncı odanız size de mi kapalı,
kendi kendinize bile mahrem misiniz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?
Bıktığınız olmuyor mu kendi yalanlarınızdan,
hiç kendinizden sıkıldığınız olmuyor mu,
kendinizi bir yerlerde terkedip de gitmek
istemiyor musunuz,
bütün yalanlarınızdan uzak bir yere?

Şöyle rahatça bütün duygularınızı,
bütün düşüncelerinizi söyleyebileceğiniz bir diyara,
kendinizi bile yanınıza almadan.

Ah aslında ben onu seviyordum diye ağlayacağınız
kimleri saklıyorsunuz koynunuzda,
yüksek sesle eleştirip de
içinizden hak verdiğiniz hangi düşünceler var,
kendinizi akıllı bulurken aslında gizlice kendi
korkaklığınızdan utığınızın itirafını nerelerde
gizliyorsunuz?

Ne kadarınız gerçek sizin?
Ne kadarınız kendi sahtekarlığına esir?

Bunu hiç düşündüğünüz oluyor mu
yoksa bunu düşünmek bile yasak mı size?
Neler var kırkıncı odada?
Otuzdokuz odadan yapılmış hayatınızı,
kırkıncı odanın kapısını açmamak için yalan mı
yaşıyorsunuz?
Niye yapıyorsunuz bunu?
Açsanıza kırkıncı odayı yağmurlu bir gecede
belki...
Belki de hiç açmazsınız,
kapalı bir odayla yaşarsınız bütün ömrünüzü,
kendinizden sıkılarak...

AHMET ALTAN
herkesin 40. odasına sahip çıkması dileğiyle..ya da açılması ...

has ilk...

O'nu sevdim.
Geri dönmeyeceğini bildiğim halde değil,
Gelse bile birlikte olamayacağımızı bildiğim halde bekledim.
O benim için tektir.
O benim hayatımdaki

HAS ''İLK'' TİR !

e.gelir..

kelebek....

Ters düşerim görüntülerle
Kalbimde kırılır ışıklar
Bir ilaç gibi ihtiyaç umutlar
Kalmaz bende yokluğun kadar
İçimde yelkovan, beynimde tefrikalar
Sensiz kaybettiğim zamanlar
Ziyan eder beni gözyaşım olur
Yaşatmaz bir kelebek kadar
İçimde kaygılar, cevapsız sorgular
Sensiz kaybettiğim anlamlar
Ziyan eder beni katilim olur
Yaşatmaz bir kelebek kadar
Her gün erken söner lambalar
Düşlere iltica her gece
Bir kaçak gibi sığındığım uykular
Kalmaz bende yokluğun kadar,


20 Mayıs 2010 Perşembe

acı....

Kırık düşlerle dolu hayat bir rüyadır. 
Sevdanın rengi ise ebruli... 
Mutluluk; bir çocuğun gözlerinde ve elindeki elma şekerde saklıdır... 
Bir bak etrafına, mutluluk yanı başında, çağırmanı bekliyor sadece? .. 
Çünkü ömrü; bir kelebek kadar kısa ama özgür?...

Sen, mutluluğu nerde ve neyde arıyorsun bir düşün? 
Duvardaki aile fotoğrafın...da mı? 
Yoksa dışarıdaki çınar ağacında mı? 
Yada ne bileyim bir roman karakteri mutluluk mu veriyor sana? 
Hemen sarıl ona sakın bırakma. 
Belki bir gün o seni bırakacak ama yinede bırakan sen olma sakın? 
Sen hep yapıcı ol, yıkıcı değil. 
Sen hep seven ol, hor gören değil. 
Sen hep güçlü ol, yardıma muhtaç olan değil. 
Sen hep düşünen ol, düşünmeden atılan değil. 
Sen hep özleyen ol, özlenen değil. 
Sen hep, mutlu ol, mutsuz olan değil. 
Sen hep Leyla ol bırak Şirin bulsun Ferhat’ını.

Sen yeter ki sevmeyi bil gerisi gelecektir zaten. 
Sabret, sabretmek erdemdir. 
Mert ol, mertlik insanlık simgesidir. 
Korkusuz ol, asi ol ama anlayışlı ol. 
Anlamak çözmektir. 
Sevmek bazen acıdır ama sen yinede gerekirse acı çeken ol? ...(Alıntı)

19 Mayıs 2010 Çarşamba

aynı gök kubbe....

Ben 

senin ismini tarçın kokulu akide şekeri gibi tutuyorum ağzımda, 

damağımda 

ve 

ruhumda..

Aynı gök kubbenin altında yaşadığımızı bilmek yetiyor bana..

Başımızı kaldırdığımızda gördüğümüz sema aynı, 

yıldızlar aynı, 

dolunay aynı. 

Umurumda değil ki 

nerede uyuyorsun, 

kimin yanında.

Elif Şafak


maske...

Sustum sandılar. 
Susmuş gibiydim oysa.. 
Gülmüş gibiydim ağlarken. 
Beni hep mutlu gösteren maskem! 
Düşme e'mi yüzümden...

sen olmalıydın....




Sevgili!..
Aşkın şiirini yazmak isterdim sana; sana aşkı şiir ile yazmak isterdim... Aşkı seninle tanımlamak ister, aşkı sende tanımak isterdim. Ay ikiye bölündüğünde yanında olmak, Uhud’da dişini avcuma almak isterdim.
Sevgili!..
Şimdi senden uzakta, aşk şudur diyebilsem eğer, son defa kendimi ve ilk defa okuyucumu kandırmış olacağım. Bildim dediğim bir aldanıştır çünki o, duydum dediğim bir yanıştır. Şimdi ayın, şın ve kaf’ları çıkardılar elifbelerden de sensizliğin mektebinde bir sabra mıhladılar bizi elif’lerle he’lerden. Sensizlikte hasretin hüzzamlarını öğrendik kucak kucak, ve aşkın nihavent saltanatını arar olduk köşe bucak. Bildiğimizi sandıkça yandık da yolunda, yolunda yandığımızı sandıkça bildik sonunda. Aşkın gerçeği değildi bildiğimiz, ama aşkın ateşiydi yandığımız. Artık şüphedeyiz, canları yâre ulaştıran bir sel miydi aşk, şekeri güzele sunup ağuyu kalbe bulaştıran bir el miydi!.. Sana varacak yolların çilesi miydi; tutkular ötesi tutkunun zirvesi, hasretle yanışların sesi miydi!..
Galiba varlığın çekim alanına giren en ulvi acıydı aşk; ve maddeyi mânâya veren en cömert sancıydı. Ruhların çeşitli varlıklar arasında bölüştürülen süsüydü belki; belki ötelere yazgılı yitirişlerin türküsüydü. Kalp kalbe konan kelebek kanatlarında renk; kudümlerde düşünüp neylerde ağlayan âhenkti aşk. Şarkın bütün şiir macerasıydı, belki Yesribli sevgililer için tutulan bir Anadolu yasıydı. Yağmur yağmur belaya başını tutmaklar ve ateş ateş denizlere kendini atmaklardı. Mansûr’u dâra takan da, Halil’i oda yakan da oydu, ve oydu Eyyub’u derde bırakan da. Tuz kadar mübarek, ekmekçe aziz idi; toprakleyin bereket, su gibi temiz idi.
Aşk iğnesiyle dikilince bir dikiş, kıyamete kadar sökülmez imiş. Aşk ile insan elbet güneşe benzer; ve aşksız gönül misâl–i taşa benzer. Hayatı aşka bölünce hayat çoğalır; bütün hayatları toplasan geriye aşk kalır. Gelip kemiğe dayanınca dünya, hayata atılan kemend olur; göz kapaklarından vurulunca kasırgalar, annelerce deprem, babalarca bend olur. Aşksız bahar dallarını kuru bir ayaz boğar, aşksız rahmini yargılayan bebekler nâgehan doğar. Mahrem düşüncelerle perdelenen odalarda ya ezel ya ebet olur; aşk kayıp giderse dünyadan ebet kıyamet olur; sevgisizlik gelir, dünya cehennem olur.
Aşk gelince burukluğun şiirinde hüzün dokur heceler; ve azarlanmış kalpleri ısırır tam yarısında geceler. Saban onunla sürerse toprağı koşarak, ancak o vakit yeşerir taze bir başak. Atların nallarından yıldırımlar masallara dökülür, ve yollanamayan mektuplarda nice kalpler sökülür. Kayan yıldızlar gibi büzülür elem dehlizlerine diller, ve melal süzülür gibi melek kanatlarında döker yapraklarını güller. Kaderin dehşetini yakan şamdanlar özge pervanelere tesellikâr düşer, şefkatli bir ekmek kırıntısıdır kurutulmuş buselere yâr düşer.
Sevgili!..
Kapına geldik; aşkı öğret bize; ve aşkını ver yüreklerimize.
Bir nihânîce gamzene gamzede âşıkların adına... Hani uykuya dalınca kenti, ve yalnız başına kalınca kendi... Hani yalnız gecelerde konuşmadan kalınca dilleri, ve hâl üzre gönüller anlar olunca bütün dilleri... Vicdan sesinden bîzâr kürek mahkumlarınca, hani âşıkların hasreti özlemle karınca... Hani gurbetin ucunda gönlüme gömen de seni, hani seni gurbet gurbet gönlüme gömende... Güneş ve ay nurunu aşkından alırken; güneşin ışığı aya vurur gibi âşıkı aydınlatırken... Gel ey Sevgili bir huzmecik bahş eyle âsî ve aciz üftadene, ve umut ver peykin olmaya teşne kem zerrene. Aşkları unutan bendene aşkını unutturma!..
Her şey sen olsun şu dünyada ve olmasın sen olmayan dünya da.
İSKENDER PALA

18 Mayıs 2010 Salı

aşk bitmedi ama yine de gitmeliyim

aşk bitmedi ama yine de gitmeliyim
böyle gerekirmiş çoğu zaman
ben artık gitmeliyim
seni özlemeliyim çok uzaklardan

...
seni dilenmeliyim iyi giyimli adamlardan
gökteki bulutları sana benzetmeliyim
yoldan geçenlere parmağımla göstererek
senin ismini dahi duymadığın bir şehre gitmeliyim
defol git deyişini kulaklarımda taşıyarak
bir istasyon garında oturup seni düşünmeliyim
bir özdemir asaf şiirini okurken ezbere

güneşin batışını senin de izlediğini düşünerek izlemeliyim
dudaklarımda bir sigara izmaritiyle
aynı yıldızlar altında yalnız yürümeliyim
ama aynı yağmurda ıslanamayacağımızı da bilmeliyim
sakalları küflü şarapçılarla ucuz şarap içmeliyim
seni anlattığımı bilmeden seni dinlemeliler
güzelliğine yeni benzetmeler bulmalıyım
yaşayan ve ölmüş üstadlarımdan farklı
saçlarını bugün nasıl taradığını tahmin etmeliyim
günün sonunda seni göremeyeceğimi bile bile
senin hiç girmediğin bir büfeden gazete almalıyım
seninle aynı haberi okumanın zevkini çıkarmalıyım
senin olduğun şehirde sen yokmuşsun gibi yaşamalıyım
ben ölene kadar da sürüp gitmeli bu saçmalık!
ilteber mete...

aşk...

Kavuşmanın nice bir şifa olduğunu, ayrılık ile hasta olandan sor. Bir içim suya benzer tatlı dudağının lezzetini, yüzünü görmeye susayandan sor.
Konuşmak gibi bir lütufta bulunursan eğer, benden başkasına sorma dudağının sırrını. Bencileyin sırları bilen birisinden sor bu gizli nükteyi.
Gaflet uykusundaki göz, ne bilsin ......gözü yaşlıların halini? Yıldız seyrini gözyaşlarının yıldız gibi dökülüşlerine yahut yıldızlara bakarak sevgiliyi düşünmeyi ancak sabaha kadar gözüne uyku girmeyenden sor.
Mum gibi yanıp tükendim aşkının derdinden. Artık seher yelinden sorma halimi benim. Ayrılık gecesinde sırdaşım olan mumdan ve pervaneden sor.
Ey Fuzuli! Ne bilsin sevgi cahili sofu, aşk lezzetini? Aşkın nasıl bir zevk olduğunu, aşk zevkini onu tadandan sormak gerek.
Fuzuli


Bavulları hep toplu durmalı insanın...

Bavulları hep toplu durmalı insanın...
Bir gün telefonların hiç çalmayabileceği hesaplanmalı...
Tül perde arkasından misafir yolu gözlemekten vazgeçmeli...
Ihanetlere, terkedilmelere, bir başına bırakılmalara hazırıklı olmalı...
Yalnızlığa alışmalı ...
...
Çünkü “omuz omuza” günlerin vakti geçti.
Dayanışma, günümüzün borsasinin değer kaybeden hisse senetlerinden biri artık...
Bireyin keşif çağı, geride kırık dökük yalnızlılklar bıraktı.
Terörün bile bireyselleştiği çağdayız.
Zaman, birlikten kuvvet doğurma zamanı değil;
Zaman, tek basina dimdik ayakta kalabilmeyi becerme zamanıdır...
Işte o yüzden alışmalı yalnızlığa...

Sokaklar dolusu ıssızlıkla başbaşa yaşamayı göze almalı insan...
Güvendiği dağlardaki karlara bakıp ders çıkarmalı...
Hüzünlü bir şarkıyla paylaşılan gecelerde başını dayayacak bir omuz arama huyları-ndan vazgeçmeli...
Sofrada tek tabağa, tabakta az yemeğe alışmalı...
Romanlardan, yalnızlığa yücelten paragraflar aşmalı evin en görünür duvarlarına...
“Yalnızlık paylaşılmaz/Paylaşılsa yalnızlık olmaz”
Dizeleriyle başlamalı güne...
Telesekretere “Şu anda size cevap verebilecek kimse yok! ” denmeli,
“Belkide hiç olmayacak...” cevapsızlığa, sessizliğe ısınmalı...
Oysa sessizlik haksızlığa alkıştır.
Haklılığın onuru yaşatır insanı...
Susmanin utancı öldürür...
O yüzden en sessiz gecelerde “Doğruydu, yaptım” la teselli bulmalı insan.
Feryada komşuların yetişmemesine,
Soğuk duvar diplerinde sessizce ağlaşmaya alışmalı...
Kendiyle hesaplaşmaya çalışmalı...
Gece yastıkla ağlaşmaya, sabah aynayla gülüşmeye,
Kendiyle hüzünlenip, kendiyle keyiflenmeye hazır olmalı...
Hep başını alıp gidebilecek kadar cesur,
Ama hep kalıp savaşacak kadar gözüpek olabilmeli...
Sessizliği, sese dönüştürebilmeli...
Ve sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan...
Yollarla barışmalı...
Yalnızlığa alışmalı..

can dündar....

17 Mayıs 2010 Pazartesi

aşkın yükü....

Sevgiliyi taşımak, bir kayayı ite ite dağın zirvesine çıkarmaya benziyor. Tam zirveye gelmişken kaya büyük bir gürültüyle yeniden iniyor aşağı. Bize düşen de arkasından tıpış tıpış inmek ve işe yeniden başlamak. Bu çabanın dışarıdan çok hüzünlü göründüğünü bilsek de vazgeçemiyoruz.
alıntıdır..


sadece....

Seninle buluşmamız ne kadar zor olsa da, 

Senden sadece beni sevmeni istiyorum. 
Beş dakika baş başa kalmamız suç olsa da 
Senden sadece beni sevmeni istiyorum. 

Çağırsam bile gelme,yorulma ne olursun, 
Sen üzülme,incinme,kırılma ne olursun, 
Beni yanlış anlama,darılma ne olursun, 
Senden sadece beni sevmeni istiyorum. 

Bir gün bensiz kalsan da benimle yaşamanı, 
Aşkımı değerini sır gibi taşımanı, 
Nemli bakışlarınla resmimi okşamanı 
Senden sadece beni sevmeni istiyorum. 

Senden tek dileğim var,özel imtiyaz değil, 
Kulun başka bir kula ibadeti farz değil, 
Haşa!Yaratan gibi beş vakit namaz değil, 
Senden sadece beni sevmeni istiyorum.

Cemal SAFİ