25 Mayıs 2012 Cuma

Ermiş



Neşeniz maskelenmemiş kederinizdir. 

Ve içinden kahkahanızın yükseldiği kuyunun ta kendisidir çoğu zaman gözyaşlarınızla doldurulmuş olan. Ve başka nasıl olabilir ki ?
Keder, varlığınızı ne kadar derin derin deşerse o kadar çok neşe sarmalarsınız. 

Şarabınızı tutan kadeh çömlekçinin fırınında pişirilmiş olan kadehin ta kendisi değil mi ? 

Ve ruhunuzu sakinleştiren ud bıçaklarla oyulan ağacın ta kendisi değil mi ?
Pür neşe olduğunuzda kalbinize derinlemesine bakın ve yalnızca şunu bulacaksınız ki 

daha önce size keder veren şimdi size neşe bahşediyor. 
Kederli olduğunuzda kalbinize tekrar bakın 
ve 

göreceksiniz ki hakikaten daha önce sizin mutluluğunuz olan şey uğruna şimdi gözyaşı döküyorsunuz.

 Halil Cibran.



var olmanın dayanılmaz hafifliği





”Gözü daha yükseklerde bir yerde olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır. Nedir göz kararması? 
Düşme korkusu mu? 
Peki ama gözetleme kulesinin sapasağlam tırabzanları da olsa bu korkuya kapılırız, 
neden? 
Yok, 
göz kararması düşme korkusundan farklı bir şey. 
Bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; 
düşme arzusudur, bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız.”



Milan Kundera




20 Mayıs 2012 Pazar

hayat atölyesi



''Ham halde içimizde bulunan bir duygumuz değildir hüzün. 
Hüzünlenmeyi bilmek kendi içimizde incelik ve işçilik gerektirir. 
Kalbimiz de emek ister. 
Çürük içlenmelerle soylu hüzünleri ayıran şey biraz da budur. 
Her şeye karşın yaşamayı sürdürmek için hüznü sağlam kılmak gerekir. 
Böylelikle onu bizi kemiren bir şey olarak değil, 
bizi güçlü kılan bir şey olarak yaşamayı ve taşımayı öğreniriz.''

murathan mungan


Yürüme









''En yakınlarımız en uzak olsunlar isteriz; 
en uzaklarımız da. en yakın - olunca da, hep, tersi...''

Oruç Aruoba










''Kesinlikle biliyordum hiçbir zaman onun dünyasına giremediğimi. 
Uyuyan sevgili gövdesinin yanında nice uyanık saatler geçirdim geceleri gerçeklikten neden bunca kaçmak istediğini düşünerek. 
Böyle bir dileği olmamıştı hiç kimsenin. 
İnanıyordum.-korkmaksızın onun için.-büyük bir tehlike olabileceğine toplum içinde.-Belki de yaşamı değiştirecek gizleri vardı? 
Hayır diye yanıtlıyorum kendimi bu gizleri arıyor yalnızca. 
Sizin anlayacağınız büyülüdür erdemi ve ben tutsağıyım onun. 
Yeterince gücü -umutsuzluk gücü!-bulamazdı bir başka ruh kendine dayanmak için onun büyülü erdemine onca korumak onca sevilmek için. 
Zaten başka bir ruhla birlikte hiç düşünmedim hiç onu:İnsan kendi meleğini görür bir başkasının meleğini asla.-bana kalırsa. 
Ruhundaydım onun tıpkı insanın kendisi kadar aşağılık birini görmemek için boşalttığı bir saraydaymışım gibi: Hepsi bu. 
Ne yazık ki gerçekten bağımlıydım ona. 
Ama ne istiyordu benim sıkıcı korkak varlığımdan? 
Öldürmüyorsa da ondurmuyordu beni! 'Anlıyorum seni' diyordum bazen ona kızgın ve kederli. Omuz silkiyordu''

Arthur Rimbaud 








Son Kuşlar -



Dünya değişiyor dostlarım. 
Günün birinde gökyüzünde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. 
Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını da göremeyeceksiniz. 
Bizim için değil ama, 
çocuklar, sizin için kötü olacak. 
Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. 
Sizin için kötü olacak. 

Benden hikayesi..

Sait Faik Abasıyanık.



Portobello Cadısı





Hayatımızdaki en önemli şeylerin bir anda yok olup gittiğini görmenin acısından kaçımız kurtulacağız? 
Yalnızca bizim için çok önemli olan insanlardan değil, 
düşüncelerimiz ve düşlerimizden de söz ediyorum. 
Bir gün, bir hafta, birkaç yıl daha dayanabiliriz, ama eninde sonunda yitirmeye yazgılıyız. 
Bedenimiz sağ kalır, ama ruhumuz er geç ölümcül darbeyi yer.

En kusursuz cinayet budur. 

Yaşama sevincimizi kimlerin öldürdüğünü, 
bunu hangi güdüyle yaptıklarını, suçluların nerede bulunacağını bilemeyiz.

 Paulo Coelho.




14 Mayıs 2012 Pazartesi





"İnsan bazen ne aşk istiyor, ne meşk" dedi; "tabii günümüz kültüründe ne anlama geliyorsa artık bunlar!"
Genç kızlık çağından beri tanıyorum onu.Şimdi otuzlu yaşlarının sonlarında, bir çocuk annesi, güzel ve zeki bir kadın.Eski tanıdıklardan, filmlerden, kitaplardan söz ederken nasıl birden konunun buraya geldiğini anlamamıştım ama "peki ne istiyor insan?" diye soruverdim. "Ayıp değil ya, insan aslında beğenilmek istiyor."Durup kahvesinden bir yudum aldı. "Gün geliyor, şöyle bir bakıyorsun. Sevdiğin kişi seni bir kez bile içtenlikle övmemiş, gerçekten beğenmemiş, kişisel özelliklerini umursamamışsa... İstediği kadar seni sevdiğini söylesin, anlamı kalmıyor. İçin soğumaya başlıyor."
Baktım, gözleri buğulanmıştı.
***

Neden başımdan geçen bu konuşmayla başladım yazıma, onu anlatayım.
Aktüel dergisinin son sayısında dört genç terapistle yapılan söyleşiyi okurken aynı noktanın vurgulandığını gördüm.
"Çiftlerin temel problemi öfke, kızgınlık ve çatışma değil, birbirlerine karşı ördükleri duvarlar, aşağılama ve eleştiri" diyorlardı.
Çok değer verdiğim bir psikanalist ve düşünür olan Adam Phillips'in sözleri geldi aklıma.
Çiftlere danışmanlık yaptığı dönemde çoğunun sadakatsizlik karşısında daha baştan affetmeye hazır olduğu Phillips'in dikkatini çekmişti.
Asıl affedemedikleri şey birbirlerine hayatlarındaki önem ve yeri hissettirememiş, azıcık da olsa birbirlerini pohpohlamamış olmalarıydı!
Öyle bir "kara delik"ti ki bu, ne yaldızlı sevgi lafları örtebiliyordu üzerini, ne de alışkanlıkların konforu!
***

Bir başımıza sevmiyoruz birbirimizi.
Hiçbir ilişkiyi yalnız bırakmıyorlar. Zaten hiçbir ilişki de uzun süren bir yalnızlığa katlanamıyor.
Ama derdin kaynağı da tam orası!
Yaşadığımız hayat bizi hırpalıyor; sosyal ilişkiler kısa zamanda kişiliğimizi paspasa çeviriyor.
Sevmeler korkak, sevilmeler cılız.
İlişkiler hızla aşktan meşkten çıkıp duygusal köleliğe dönüşme eğilimi taşıyor.
Böyle bir ortamda dile getirilmiş "seni seviyorum"lar hoşumuza gitse bile, dünyaya sevinçle bağlanmamıza yetmiyor.
Beğenilmek, onaylanmak, özelleştirilmek istiyoruz.
Ama içtenlikle söylenmiş bir "İyi ki varsın!" var ya...
Hele sevdiğimiz tarafından güçlü biçimde söylenip tekrarlanıyorsa...
İçten içe bu duygu hep hissettiriliyorsa...
Birdenbire gökten bir projektör tutuluyor sanki!
Varlığımız aydınlanıp onaylanıyor. Her şey yerli yerine oturuyor o zaman.
Dünyada bir "yerimiz" oluyor.
Bu işte, insanın asıl istediği, bu duygu, bu tatmin!

Haşmet Babaoğlu





Aborjin Öğretisi;






Kalbinden gelen sesi dinlemek sana bir şeyin ne zaman yeterli olduğunu söyleyecektir. 

Kafanın söylediklerini duymakla kalbinden gelen mesajı dinlemek arasındaki farkı öğren. 
Kafanın konuşması toplumun bir ürünüdür.

“Kalbin konuşması sonsuzluktan gelir.”

Bir Çift Yürek - Marlo Morgan.







“Öyleyse, 
ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım.
Herkes istediği kadar koşsun. 
Beni anlayacak insan, 
oturduğum yerde de beni bulur…”

Tutunamayanlar - Oğuz Atay.



2 Mayıs 2012 Çarşamba





Bir sevgili gittiğinde altında dolaştığınız gökyüzünü de alıp gitmiştir.
Bir kuş bir sevgili.

-İnsan kaybettikleriyle insandır.

Tarık TUFAN








bütün kadınların kafası karışık





Öyle bir suçluluk duygusu var ki bende, yemeğin yemediğim yarısının bile kalbinin kırıldığını düşünüyorum.. 
Böyle yaşamak kolay olmuyor elbette.. 
İnsan, yaşamayı becerebilenlerin karşısında donup kalıyor.. 
Yani merak ediyorum, insanlar nasıl oluyor da yaşamaya ara vermek istemiyorlar.. 
Bana gelince, ara vermek bir yana, yaşamak istediğimden bile o kadar emin değilim.. 
O tür bir saplantım -ya da kararlılığım diyelim- hiç olmadı.. 
Kendimi dünya için o kadar zorunlu veya yararlı da görmüyorum üstelik.. 
Soğuk makarna gibiyim, ne dünyaya zarar vermek istiyorum ne de büyük bir yarar sağlamak gibi önlenemez bir isteğim var.. 
Var olmak, o kadar da heyecan verici gelmiyor bana.. 
Buna karşılık, yok olmanın da anlamlı bir yanını göremiyorum.. 
Tavşan boku gibiyim bir bakıma; kokmaz, bulaşmaz.. 

Sizin anlayacağınız, eğer ölümü anlamlandıran yaşadığınız sürece yaptıklarınızsa, pek şansım yok..

Ece Temelkuran – Bütün Kadınların Kafası Karışık