4 Temmuz 2010 Pazar

Ayazda iki yürek...

Bu sabah beni uyandırmadan işe gitti. Giyindiğini duydum, ama kalkmadım. Kalkmak istemedim. Bir ara yatağa eğilip bir süre yüzümü seyretti. Soluğunu hissettim. Uyumadığımı fark etti sanıyorum. Ama bir şey demedi. Gözlerim kapalıydı, ama yüzüme umutsuz bir hüzünle baktığını hissettim.
 Günlerdir doğru dürüst birşey konuşamıyoruz. Birbirimizden saklanarak yaşıyoruz sanki. Oysa bir yıl önce ne büyük bir hevesle başlamıştık birbirimizi sevmeye... 5 aydır bende kalıyor. Günlük hayatın o basit, o bayağı ayrıntıları sevgimizi acımasızca kemiriyor. Ama o bu konuyu açmaktan ısrarla kaçıyor. Ne zaman ilişkimizin nereye gittiğini konuşmak istesem, ya konuyu değiştiriyor, ya kaçamak cevaplar veriyor...
 Kalktığımda mutfakta notunu gördüm: Sevgilim, öyle güzel uyuyordun ki, uyandırmaya kıyamadım. Bu gece işyerinde nöbetçiyim. Beni merak etme. Sevgiyle, yazıyordu...
 Notunu okuyunca gözlerim doldu. Bir bıçağın ucu kalbimde hafifçe gezindi sanki... Ona karşı hoyrat davrandığımı hissettim bir an. İlişkimizin sürmesi için asıl çırpınan oydu sanki. Bir de bana bu aralar çok ihtiyacı vardı. Başka bir eve taşınacak gücü yoktu. Aslında ben de onu hayatımdan kolay kolay çıkaramazdım. Bir tek onunla huzur içinde uyuyabiliyordum. Bu sevginin en gerekli koşullarından biridir, bilirsiniz. Ama başka bir sevgiliyi, başka bir aşkı özlüyordum. Ve bu kentten uzaklara, çok uzaklara gitmek istiyordum. Hem onsuz uyuyamıyordum, hem de çok yalnızdım. Ben ondan uzaklaştıkça, o da benden uzaklaşıyordu. Uzaklaştıkça ruhumuz üşüyor, üşüdükçe de örtünüyor, birbirimizden gizleniyorduk. Gizlendikçe daha bir yalnızlaşıyorduk...
 Bütün gün onu düşünüp içtim. Başka hiçbir şey yapmadım. Akşam oldu. Şehrin ışıkları yandı. Kalktım internetimin başına geçtim. Aslında yaptığım büyük bir hataydı. Bu ilişkiyi tamamen bitirebilirdim. Ama nedense kendime karşı koyamadım. Ve internette onun sayfasına girdim... Sayfasının ismi Ayazdaki Bir Yürek?ti. Fransız yönetmen Claude Saute'nin bu filmini birlikte gözyaşları içinde seyretmiştik... Filmin ismini günlerce sayıklayıp durmuştu. Benim de yüreğim hep ayazdadır, diyordu. Sinema tutkunuydu. Para bulduğunda çekmeyi düşündüğü bir sürü senaryosu vardı... Ama parası hiç olmuyordu. Zamanının daraldığını düşünüyor, yaptığı işlerin onu asıl yapmak istediklerinden uzaklaştırdığını fark ettikçe hırçınlaşıyor, bu yüzden çalıştığı yerlerde fazla barınamıyordu...
 Kendimi tiyatrocu Ümit olarak tanıttım ona... Dedim ya, yaptığım büyük bir hataydı diye...
 - Sizi tanımak istiyorum.. Ben tiyatroyla uğraşıyorum. Adım Ümit. Arada sırada dublaj yaparım. Adını söyledikten sonra, onu aramama iten nedenin ne olduğunu sordu.
 - Sitenizin ismi Ayazda Bir Yürek. Yanılmıyorsam bu bir filmin adı.
 - Evet, Claude Saute?nin filmi. Çok etkilenmiştim. Siz seyrettiniz mi?..
 - Seyrettim. Ben de çok etkilenmiştim. Sinemayla ilgilisiniz galiba.
 - İlgili ne demek. Sinema benim tek tutkumdur. Senaryo yazıyorum. En büyük idealim yazdığım senaryoları çekebilmek... Ama para meselesi işte...
 - Şu an ne iş yapıyorsunuz?
 - Reklamcılıkla ilgili bir dergide editörlük yapıyorum. Çok sıkılıyorum ve atılmam an meselesi... Sizin işler nasıl?
 - Pek iyi sayılmaz, hatta berbat diyebilirim. Tiyatro çevresini bilir misiniz, bilmem. Hep ahbap çavuş ilişkileri geçerlidir. Yoz, çürümüş bir dünya. İdealist, dürüst insanlara yer yoktur bu dünyada...
 - Desenize sinema dünyasından pek bir farkı yok. Peki söyler misiniz, bizim gibi insanlara ne zaman şans tanınacak?
 - İşimiz çok zor. Ya kurallara uyacağız, ya da köşemizde bekleyip hüzün biriktireceğiz...
 - Hayır, ben köşemde oturup beklemek istemiyorum. Mutlaka bireyler yapmalıyım.
 - Şu an neredesiniz?
 - Lanet olası işyerimdeyim. Bitirilmesi gereken sayfalar var. Yarın dergi baskıya girecek. Ya siz, siz neredesiniz?
 - Ben evimdeyim. Ve canım hiçbir şey yapmak istemiyor.
 - Yalnız mısınız?
 - Evet, yalnızım.
 - Birlikte olduğunuz kimse yok mu?
 - Neden sordunuz?
 - Hiç işte, öylesine sordum.
 - Hayatımda biri var. Ama şu an evde değil.
 - Peki siz, sizin hayatınızda biri var mı
 - Evet, var...
 - Ne iş yapıyor?
 - Yazar. Oldukça da tanınmış bir yazar. Bir yılı aşkındır beraberiz.
 - Nerede yazıyor?
 - Nerede yazdığını söylemesem. Onu bilmenizi istemiyorum. Kitapları da var. Peki, siz ne zamandır birliktesiniz?
 - Ne tesadüf bizim de ilişkimiz bir yılı aştı. Ama yolunda gitmeyen şeyler var. Tıkandık. Galiba. Birbirimizden gizlenerek yaşıyoruz ne zamandır. Aynı evdeyiz, ama birbirimizden çok uzaktayız...
 - Bizim ilişkimiz de pek farklı sayılmaz. Biz de tıkandık. Ne zamandır yoğunlaşamıyor bana. Varsa yoksa yazıları ve okurları. Bazen beni görmediğini bile düşünüyorum. İlişkimiz tıkandıkça kendini yaptığı işe daha çok veriyor ve benden daha çok uzaklaşıyor.
 - Hayatında başka biri olabilir mi?
 - Biri değil, birileri var. Flört etmeyi çok sever. Ama ilişkiler biraz derinleşmeye, ciddileşmeye başlamaya görsün, hemen bitirir. Bağlanmaktan çok korkar.
 - Peki, nasıl katlanıyorsunuz bu duruma, çok zor olsa gerek. Ben olsam dayanamazdım. Ayrılmayı düşünmüyor musunuz?
 - Çok düşündüm. Ama bu konuda biraz korkağım galiba. Bir de ona çok alıştım. Yalnızca onunla uyuyabiliyorum.
 - Sizin de hayatınıza başkaları giriyor mu?
 - Evet, giriyor. Ama hiçbiri onun yerini tutmuyor. Hay Allah, neler konuşuyorum sizinle ben böyle... Ben en yakın arkadaşlarımla bile bunları rahat konuşamıyorum...
 - Ama bana rahatça anlatıyorsunuz...
 - Bilmiyorum, belki sizi hiç tanımadığım için, bana bir yabancı olduğunuz için bu kadar rahatım sizinle... Hiç tanımadığı insanlara daha kolay anlatıyor insan kendisini... Peki, siz birlikte olduğunuz insanla her şeyinizi konuşabiliyor musunuz?..
 - Evet, desem yalan olur. Ben de sizin gibi hiç tanımadıklarıma daha rahat anlatıyorum kendimi...
 - Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
 - Ben de sizin sevgilinizin yerinde olmak istemezdim.
 - Hayatımız ne kadar yorucu değil mi? Belirsizlikler beni çok yıpratıyor. Her şey net olsun isterdim. Hiç tanımadığım birine en gizli şeylerimi anlatmak bana acı veriyor. Kendimden utanıyorum. Ama yine de yapıyorum. Ne kadar yalnızım demek ki, ne kadar susamışım birine kendimi anlatmaya... Sabah işe gelirken onu uyurken seyrettim. Öyle masum görünüyordu ki... Neden hiç başladığı gibi sürmez ilişkiler...
 - Aşk çok güzel bir şeydir, ama kısa ömürlüdür.
 - Kısa ömürlü olduğuna inanmıyorum. Aşkta Sahip olduklarımızın değerini bilmiyoruz, hemen tüketiyoruz. İlk günlerimizi öylesine çok özlüyorum ki. Soluk alamazdım bazen. Kış günü bütün pencereleri açardım. Yanımdayken bile özlerdim. Soluksuz kalıp öleceğim sanırdım hep. Nereye dokunsam ona dokunmuş gibi olurdum. Nereye gitsem beni gördüğünü hissederdim. Tanrım gibiydi o. Bedenime dokunurdum ve dokunduğum yer hazla titrerdi. Çünkü kendime dokunduğumda ona dokunmuş gibi olurdum. Kanardı dokunduğum heryerim, tıpkı onunla sevişirken kanadığı gibi... Ama son zamanlarda onu öptüğümde bir boşluğu öper gibiyim... Artık birbirimize tahammül etmek zorundayız. Para biriktiriyorum, ayrı bir eve çıkmak için. Bir süre daha onun evinde kalmaya ihtiyacım var.
 - O bunları biliyor mu?
 - Biliyor, ama bunları hiç konuşmuyoruz onunla. Gitmemi bekliyor sanırım. Yalnızlığı ve yazılarıyla baş başa kalmak istiyor ve uzaktaki bir sürü sevgilisiyle... Ayazda iki yüreğiz biz şimdi...
 - Soluksuz kalırdım, dediniz ya, aklıma bir şey geldi. Gazetelerden birinde yazmıştı. Küçük bir çocuk karpuz yerken, kaçırmış. Aradan günler geçmiş. Çocuk gittikçe soluk almakta zorlanıyormuş. Tıkanmaları artınca doktora götürmüşler. Röntgen çekilmiş ve soluk borusunda karpuz çekirdeğinin kök yaptığı görülmüş... Soluğunu tıkayan buymuş. Hemen ameliyata sokmuşlar ve bu kökü söküp almışlar. Çocuk rahat soluk almaya başlamış. Ama birkaç gün sonra ölmüş!.. Aşktan söz edilince hep bu olay gelir aklıma. Aşıkken soluk almakta zorlanırız,ama aşk olmayınca, onu bizden aldıklarında ölürüz. Ve kimse niye öldüğümüzü anlamaz...
 - Çok kötü oldum. Bütün bedenim ürperdi.Bana ne yaptınız böyle. Her şeyi unutmaya çalışıyordum oysa. Bütün duygularım ayaklandı birden... Sizde anlayamadığım bir şey var...
 - Nasıl bir şey?
 - Sanki sizi çok eskiden beri tanıyormuşum gibiyim... Biliyor musunuz, insanda uzun yola çıkmak duygusu uyandırıyorsunuz.
 - Aşık olduğumu hissettiğim anlarda uzun bir yola çıkmayı çok isterim..
 - En çok nereye mesela?..
 - Trabzon?daki Uzungöl?e... Orada hem kendinizi sonsuzluk içinde hissedersiniz, hem de acı veren, ama şefkatli bir korunaklılık içindesinizdir.... Tıpkı aşk gibi...
 - İnanmayacaksanız belki ama, ben de orasını düşünmüştüm.Ne tuhaf, internette kurulan dostluklara, yakınlıklara pek inanmaz, gülüp geçerdim. Ama şu an sizi görmeyi ve yüz yüze tanışmayı öyle çok istiyorum ki...
 - Farkında mısınız, sabah oluyor?..
 - Evet, vaktin nasıl geçtiğini fark etmemişim bile. Peki siz, siz benimle yüz yüze görüşmek istiyor musunuz?
 - İstemiyorum, desem yalan olur... Hatta ben sizinle hemen bugün Uzungöl'e yola çıkmak istiyorum..
 - Siz ciddi misiniz, yoksa benimle dalga mı geçiyorsunuz?
 - Hayır, hiç olmadığı kadar ciddiyim. Ama siz bu yolculuğa hazır mısınız, sorun o...
 - Hazırım... Ben biraz deliyimdir. Siz benim deli yanımı bilmiyorsunuz daha...
 - Peki işiniz, asıl önemlisi sevgiliniz...
 - İşimin canı cehenneme. Zaten bugün yarın çıkartacaklardı. Onlar atmadan ben ayrılırım şerefimle...
 - Peki sevgiliniz?..
 - Nasıldı o dizeler: Can çekişen aşkları vurmalı, Vurmalı ve sıradan bir intihar süsü verilmeli... Akif Kurtuluş'un dizeleri yanılmıyorsam..
 - Sevgilinizin yerinde olmak istemezdim...
 - Nerede ve kaçta buluşuyoruz?
 - Atatürk Kültür Merkezi'nin önünde, saat 12.00?de... Peki sevgilinize ne diyeceksiniz?
 - Onu arar, her şeyi söylerim, o işi bana bırakın. Hadi, şimdilik hoşça kalın...
 Ve birkaç dakika sonra telefonum artarda kez çaldı. Açmadım tabii ki, telesekreter devreye girdi. Telesekreterin sesini iyice açtım. Konuşması tedirgindi. Beni incitmekten korktuğu belliydi:
 Canım, birbirimizi çok sevdik, ama ne zamandır sevgimiz bizi korumuyordu.Son günlerde ikimizde çok yalnızdık. Bitmesi ikimiz için de iyi olacak. Seni hep güzel anmak istiyorum. Uzun bir yola çıkıyorum. Beni merak etme ve bekleme. Belki bir gün seni ararım. Hiç beklemediğin bir anda... Seni incittiysem bağışla.
 Evet, ben de en az onun kadar deliydim. Hemen bavulumu hazırlamaya koyuldum. Beni görünce ya mahvolacak ya da uzun yola çıkacaktık. Birlikte ne zamandır çıkmayı düşlediğimiz, ama bir türlü çıkamadığımız o uzun yola...
 Cezmi Ersöz..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumsuz bir hayatı seçiyorum demeyelim :)))