6 Ekim 2011 Perşembe

masallardaki lamba...



Nasıl olur da insan, dünya yüzünde, bütün bir ömür boyu hatta ondan bile sonra, sonsuza dek birlikte olmak istediği, her gördüğünde, hayır, yalnızca adını düşündüğünde bile kalbinin deli gibi çarpmasına engel olamadığı, belki de hayata geldiği an kaybedip sonra da çaresizce, farkında bile olmadan oradan oraya savrularak yıllar yılı arayıp durduğu parçasını bulmuşken mutsuz olur? 
Kimi zaman birini sevdiğini düşünür insan. 
Onu neden sevdiğini bir başkasına anlatabilir. 
Sözcüklerle, uzun cümlelerle, yaşanmış hatıralarla, örnekler vererek... 
Bazen birini sevdiğine kendisini inandırır. 
Onu sevmek için, daha çok sevebilmek için birşeyler yapar ya da bekler. 
Ama bazen birini delice sevdiğinizi bilirsiniz. 
Hissedersiniz. 
Bunun için hiçbir neden olmasa da sizin dışınızda bir güçle ona doğru çekilirsiniz. 
Yerçekimi gibi doğal, kendiliğinden... İsteseniz de engel olunamayan birşey... 
Evet işte onu bulmuştum ama mutsuzdum. 
Kendi kendime sabahlara kadar oturuyordum, neden deliler gibi gülmeyip ağladığımı anlayamıyordum. 
Onu bulmuştum ama alamıyordum. Bu yüzden mi? 
Sanki kaybolup gitmiş gölgeme bir yerde rastlamıştım ve yakalamaya çalıştığım anda yeniden elimden kaçıp gidiyordu. 
Uzağa değil, yakınımdaydı, görüyordum, ama dokununca yeniden gidiyordu. 
Belki de yıllar sonra, belki de hep böyle elle tutulamadağı için bunca değerli olduğunu mu düşünmeliyim? Biliyorum, öyle derler. 
Ama bu doğru değil. 
O günlerde de, şimdi de, bana sorarsanız aynı cevabı veririm. 
Masallardaki lambayı ovalayıp içinden çıkan cin, "Dile benden ne dilersen," diye sorsa, çocukluğumda bir türlü bulamadığım o cevabı hemen söylerim. 

Bütün bir hayat, onun kucağına yatmış, saçlarımı okşarken benimle konuşmasının yanında hiçbir anlam taşımaz. 

KÜRŞAT BAŞAR.... 







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

yorumsuz bir hayatı seçiyorum demeyelim :)))